1500 yıl önce lagünün ortasındaki çamur tabakası üzerine kurulmuş olan Venedik, Avrupa’nın batısıyla doğusu arasındaki ana ticaret merkezi olarak gelişti ve altın çağında Dolomitler’den Kıbrıs’a uzanan bir imparatorluğu denetimi altına aldı. Melankolik havası kısmen, tarihinin büyüklüğü ile kentin geldiği hal arasındaki uçurumun bir ürünüdür.
En güzel piknik yeri
Şehrin görünümü ile restoran fiyatlarını birlikte düşündüğünüzde Venedik’te piknik cazip bir seçenektir. Ancak şehir içinde pikniğe ilişkin sıkı düzenlemeler vardır. Hemen siz de bir vaporetto’ya atlayıp gölgelik, biraz yeşil ve Venedik ile lagüne enfes bir bakış sunan Giardini ya da Sant’Elena’ya uzanın.
Venedik Cumhuriyeti’nin parlak döneminde şehir nüfusu bugünkünün üç katı, 200 bin kadardı. Avrupa ve Asya’nın batısından tüccarlar depolarını burada bulunduruyordu. Kıtanın dört bir yanında ticari malların değeri, Rialto banka ve pazarlarında sürdürülen işlemlerle belirleniyordu. Arsenale tersanesinde bulundurulan işgücü o kadar büyüktü ki bir savaş gemisi tek bir günde bitirilip donatılabiliyordu. San Marco Meydanı, burada iş kurmak isteyen ya da Cumhuriyet hükümetine rapor vermeye gelmiş insanlarla kaynıyordu. Günümüzde Venedik artık canlı bir metropol değil, birçok kalıntıya hayran olmak üzere gelenlere bel bağlamış görkemli bir geçmiş abidesidir.
En çok ilgi çeken anıtlar Basilica di San Marco (şehrin koruyucu azizi adına yapılan bazilika), Palazzo Ducale veya Başkan’ın Sarayı’dır. Kesinlikle şehirde pek çok gösterişli bina vardır, ancak görmeye değer kiliseler de sıralanacak olursa bir düzineyi aşkın isim sayabiliriz. Şehir hazinesinin çoğu, bu amaçla inşa edilmiş kiliselerde kalmakla birlikte önemli bir miktar aslan payı Accademia’da olmak üzere Venedik’in şu ya da bu müzesine kaldırılmıştır. Bu kültürel mirasa ne kadar hayran kalınsa azdır, ancak gezi programınızın bir gününü de sokaklarda dolanmaya ayırmalısınız. Venedik’in isimsiz bölümlerinin sunacağı şeyler, iyi bilinen görülecek yerlerinden geri kalmaz.
Venedik’in tarihi merkezi birbirine dört yüz kadar köprüyle bağlanan 118 adadan oluşur. Bunlar, Canal Grande’nin iki yanında, sestieri adı verilen altı büyük idari bölgeye ayrılan bir birleşim oluşturur.
Venedik’e Ne zaman gidilir?
Venedik’in turizm mevsimi neredeyse bütün yıla yayılır. Kısa süre öncesinde otellerde yer bulmanın zor olduğu yüksek sezon, havanın bunaltıcı sıcak ve rutubetli olduğu Nisan’dan Ağustos’a kadarki zamandır. Diğer iki popüler dönem, (Paskalya öncesi perhize dek süren) Carnevale ile Noel öncesi ve sonrası iki haftadır.
Göreceli bir sükunet ile ılımlı iklimin ideal bileşimini yakalamak üzere belki en iyisi Paskalya’dan hemen iki üç hafta öncesi gitmek olacaktır. Kasım ile Aralık daha az öngörülebilirdir: Bazı günler Canal Grande’nin bir kıyısından diğerini görmeyi güçleştiren bir sis çökebilir. Şehri en sakin halinde görmek isterseniz Ocak ayında gidin; yanınıza da bolca kalın giysi alın. Ancak Adriyatik’ten esen rüzgarlar çok sert olabildiğinden kış boyu taşkınlara hazırlıklı olmanız gerekir. Venedik’in mevsimsel taşkınlarına verilen adla bu acqua alta yüzyıllar boyunca kent yaşamının bir parçası olmuştur. Fakat günümüzde eskisinden daha sık yaşanmaktadır. Ekim ile Şubat sonları arasında haftanın her günü taşkın olması alışılmadık bir durum değildir.
Venedik’te Yeme ve İçme
Piazza yakınlarındaki restoranlar genellikle pek kaliteli değil, fiyatlarsa aşırı yüksektir. Fakat daha sakin bölgelerinde Venedik taze balık ve deniz ürünleri ağırlıklı olmak üzere birçok mükemmel restoran imkanı sunuyor. Gidilecek en iyi üç bölge Dorsoduro (San Barnaba ve Campo Santa Margherita), Rialto civarı ile Cannaregio’nun kuzeyidir.
Venedik’te toplumsal yaşamın en çekici yanlarında biri ‘andemo a ombra’ deyişinde saklıdır. Sözcük anlamı gölgeye gitmektir, gerçekteyse içkiye, daha belirgin bir ifadeyle küçük bir kadeh şaraba (ombra) davettir. Enoteca şarap alanında uzmanlaşmış bardır. Venedik’e özgü diğer bir özellik de bacaro’dur; bu adın verildiği barlarda porsiyonu 1€’ya bir dizi atıştırmalık, cicheti (ya da ciccheti) bulabilirsiniz. Bunlar arasında sıralayabileceklerimiz polpette (dana etinden sarmısaklı ufak köfteler), carciofini (enginar kalbi) ve polipi’dir (bebek ahtapot). Çoğu bacari’de (bacaro’nun çoğulu) risotto ya da deniz ürünlü makarna gibi bir-iki ana yemek de sunulur. Osterie’lerin çoğunda da mükemmel yiyecekler bulabilirsiniz. Bunların en basitleri üç dört masalık, diğerleri ise büyükçedir. Yemek yenilecek yerlerle içki içilecekler arasındaki sınırı daha da belirsizleştiren diğer bir özellik, Venedik’te restoranların çoğu zaman sokağa açılan ayrı bir barları olmasıdır. Venedikliler yemeklerini erken yerler: 8:30’dan sonra gitmeyin.
Venedik’te Gece Hayatı
Venedik gece hayatının yetersiz oluşuyla bilinir. Bununla birlikte canlı müzik ya da DJ ile geç saatte açılan birçok bar vardır. Ancak genellikle ufak mekanlardır ve geç saatlerde gürültü yasağı da sıkıca uygulanmaktadır. En iyileri üniversitenin bulunduğu Dorsoduro’dadır. Rialto da yeni yeni canlanmaktadır. Venedik’te müzik aslen klasik müzik anlamına gelir. Ancak Teatro Malibran’da zaman zaman İtalyan rock gruplarının konserleri gerçekleştirilir. Önde gelen müzik mekanları, üçü de San Marco sestieri’de yer alan La Fenice, Teatro Malibran ve Teatro Goldoni’dir.
Venedik’te Alışveriş
Venedik’te dükkanların toplu halde bulunduğu başlıca yerler Mercerie (Piazza San Marco’nun hemen kuzeyi) ve Calle Larga XXII Marzo’dur (Piazza’nın batısı). Günümüzde buralara damgasını vuran, Gucci, Dolce & Gabbana ve Trussardi gibi ünlü İtalyan markalarıdır. Şehrin özellikle San Polo gibi daha sakin yerlerinde bazı otantik Venedik satış mağazalarıyla atölyeleri hala faaldir. Çok zevkli dekoratif kağıt üretimi bir Venedik özelliğidir. Şehrin çeşitli yerlerindeki küçük el sanatları atölyelerinde el yapımı güzel çanta ve ayakkabılar üretilmeye devam edilmektedir. Cam, dantel ve karnaval maskelerinin –tipik hatıralar- satıldığı çok dükkanı da unutmamak gereklidir.